TGRT BELGESEL


TGRT HABER

hastane_randevu.jpeg

GEMİÇ KÖYÜ SAYFASI

12 Ağustos 2014 Salı

Cumhuriyet Nasıl İlan Edildi

Cumhuriyet Nasıl İlan Edildi 

Mustafa Kemal Paşa, 19 mayıs1919 da, bölgede düzeni sağlaması için Osmanlı Devleti'nin bir gemisi ile, ordu müfettişi ünvanıyla, Samsun'a gönderildi.  Önce Erzurumda daha sonra ise Sivas'ta kongre düzenlendi. Bu kongrelere yurdumuzun dört bir tarafından vatanseverler, temsilci sıfatıyla katıldılar. Bu kongreler sonunda 23 Nisan 1920 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti kuruldu. Ülkemizin aydın insanlarına aşağıdaki metin adeta ezberlettirildi.
 "Tek bir egemenlik var, o da Milli egemenliktir. Ülkeyi, yine ulusun kendi gücü kurtaracaktır." 
Mustafa Kemal Paşa'nın önderliğinde Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Türk Kurtuluş Savaşı'nı başlattı. Halkımızın kurduğu Kuvay-ı Milliye hareketi düzenli orduya dönüştürüldü.

İstiklal Savaşı'nın kazanılmasını  takiben 1 Kasım 1922'de Saltanat kaldırıldı. Padişah Vahdettin ise yurdu terketti.

İsviçrenin Lozan Şehrinde, 24 Temmuz 1923 de  Lozan Barışı imzalandı. Padişahlık kaldırılmış, fakat halifelik sistemine dokunulmamıştı. Halk Temsilcilerinin yönettiği ve başında da Mustafa Kemal Paşa'nın olduğu Türk Ordusu savaşı kazandıktan sonra, sıra sistemin tarifine gelmişti.
 Fakat gerek halkın, gerekse Meclis içinde bulunanların büyük kısmı Padişah'a dinsel ve geleneksel bağlarla bağlıydılar. Padişah'ın işgal ettiği Saltanat - Hilafet makamı yüzyıllardır kökleşmiş bir teokratik sistemdi. 1299 dan beri de Osmanoğullarından başka hiçbir aile iktidar olmamıştı. Egemenlik biri dinden, diğeri gelenekten gelen iki kaynaktan çıkıyor ve Padişah'ta toplanıyordu. 

 Mustafa Kemal Paşa, İstiklal Harbi sırasında, henüz zamanı olmadığı için Padişah'ı hedef almadı. Genç subaylık yıllarından beri inandığı ve Erzurum'da Mazhar Müfit'e not ettirdiği "Cumhuriyet" inancını "Ulusal bir sır" olarak sakladı. Hilafet duruyordu. Saltanatlığa son verilmişti. Türkiye Büyük Millet Meclisinde Mustafa Kemal Paşa'ya muhalif kişi ve gruplar vardı.

2 Aralık 1922'de Meclis'e muhalif grup tarafından bir öneri verildi. "Büyük Millet Meclisi'ne üye seçilmek için Türkiye'nin bugünkü sınırları içindeki yerler halkından olmak ve seçim çevresine yeni gelenlerin ise en az beş yıl oturmuş olmaları" gerektiği kanun hükmü haline getirilmek isteniyordu. Mustafa Kemal Paşa kendisini milletvekili seçilmekten yoksun bırakmak isteyen bu önerge üzerine söz aldı.
"-Doğum yerim Türkiye'nin sınırları dışında kaldı ve bir yerde beş yıl oturmadım. Çünkü iç ve dış düşmanlara karşı savaştım. Sizler ne cüretle tek gayesi Türk Milletini ve Türk vatanını sevmek ve kurtarmak olan bir insanı, vatandaşlıktan yoksun bırakmak istiyorsunuz"  Mustafa Kemal Paşa sayıca hayli kalabalık olan gruba hiddetle baktı ve:
"-Siz bu yetkiyi kimden aldınız. Sizi destekleyen kim" dedi.
Oylama yapılmadan, Önerge red edildi.

Bu kararlı söz ve hareket ülkemizi Cumhuriyete doğru hızla götürüyordu.  Mustafa Kemal Paşa etrafındaki arkadaş bildiklerinden hızla uzaklaşıyordu. Burada isimlerini şimdilik vermeyeceğimiz silah arkadaşlarıyla ilişiğini kesmişti. Önce İşlevini yitiren ve içinde Saltanat taraftarlarını barındıran Türkiye Büyük Millet Meclisindeki mebusların tamamının yeniden seçilmesine karar verildi.
Yeni kurulacak Meclise, kendine sadık millet evladlarını tayin etti. Bu sırada Lozan Barışı, sonlanmıştı. Yeni Meclis, toplandıktan sonra Lozan'ı onayladı. Artık sorun Türkiye'nin rejiminin belirlenmesiydi.  Mustafa Kemal Paşa, 23 Nisan 1920'de kurulan sistemin Cumhuriyet olduğunu fakat adının açıklanamadığını belirtip, yapılacak işin yalnızca isim koymak olduğunu söyledi.

İkinci dönem Büyük Millet Meclisi, 11 Ağustos 1923'te ilk toplantısını yaptı. 13 Ekim 1923'te Ankara başkent ilan edildi. Atatürk; egemenliğin ulusa dayandığı bir sistem olan cumhuriyet yönetiminin ilanı için hazırlıklar yapmaya başladı. 28 Ekim 1923 akşamı yakın arkadaşlarını Çankaya'da yemeğe çağırdı. Onlara, "Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz." dedi.

29 Ekim 1923 günü Atatürk, milletvekilleri ile görüştükten sonra taslağı hazırlanan "Cumhuriyet" önergesini Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne verdi. Meclis önergeyi kabul etti.

Böylece, Türkiye devletinin yönetim biçimi "Cumhuriyet" olarak, adı "Türkiye Cumhuriyeti Devleti" olarak belirlendi. Atatürk, kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin, ilk "Cumhurbaşkanı" oldu. Cumhuriyetin ilanı, yurtta sevinç ve coşku ile karşılandı.
Atatürk'e en çok birlikte yola çıktığı arkadaşları,  itiraz ettiler. Aslında 1 Kasım 1922’de Saltanat’ın kaldırılması, arkasından 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilanı, sonra da 3 Mart 1924’te Hilafet’in kaldırılması, Mustafa Kemal Paşa'nın tek adamlığa gidişinin üç göstergesidir. Mustafa Kemal Paşa Milli Mücadele yıllarında hep danışan, iştişare eden bir insandır. Kurtuluştan sonra ise, dediklerini dikte ettiren, tek adamlığa doğru hızlı adımlarla yürüyen bir portre oluşmuştur. Bu tek adamlığın sebebi ise, bizzat o dönem mecliste bulunan ve hiçbirzaman DEMOKRASİ istemeyen bir büyük çoğunluğun var olmasıydı. Zaten Mustafa Kemal Paşa da,  bu grubun kendisini tasfiye etme derdinde olduğunu düşünmeye başlar. Aslında Cumhuriyet’in 29 ekim günü ilan edilmesi tesadüf değildir.
Cumhuriyetin ilanından 2 yıl sonra, Ekim 1925’te Fahrettin Altay Paşa Çankaya’da Atatürk’ün misafiridir. Zihnini hep meşgul eden, Cumhuriyetin niçin ve neden 29 Ekim’de ilan edildiğini öğrenmek ister. Anlattıklarına kulak verelim: “Atatürk hep mazlum bir millet derdi. Cumhuriyetin ilanından epey bir süre geçmişti. Ben de, hep neden 29 Ekim diye kendi kendime sormuşumdur. Bir gün Çankaya’da sofra dağıldıktan sonra, ‘Paşam benim dikkatimi çekmiştir. Hep düşündüm. 30 Ekim 1918 günü mütareke ilan edildi. Adana’daki karargâhınızdan Başkent’e (İstanbul’a) verdiğiniz şifreyi hatırlıyorum. Şimdi aradan zaman geçti, Cumhuriyet’imizin ilanının 29 Ekim gecesine gelmesi acaba bir tesadüf müdür? Üç gün evvel, beş gün sonra da olabilirdi’ diye sordum”. Bunun üzerine Atatürk şunları söylüyor:

“Mütarekenin ilk günlerini hatırlarsın. Saray ve hükümet teslimiyeti kabul etmişti. Hükümet sarayın, saray da İtilaf Devletleri’nin elinin altına girmişti. Saray bu halinden memnundu. Fakat, ben bunu kabul edemezdim. Buna karşı koymakla bir çıkış yolunu temin ederek, bu mazlum milleti tarih sahnesinden silmek, ortadan kaldırmak isteyenlere karşı harekete geçmek için kendimi vazifeli saymıştım. Dünyada tek başımıza idik, fakat benim inandığım ideale benimle beraber olanlar da bağlandılar ve netice hasıl oldu. Mütareke 30 Ekim 1918’de imzalanmıştı. Vatan parçalanmış, istilaya uğramıştı. Peki, 30 Ekim 1918’den bizim İzmir’e girdiğimiz tarih olan 9 Eylül 1922’ye kadar kaç yıl geçti? Dört yıl. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyeti ilan ettik. İşte beş yıla sığdırdığımız büyük inkılap, bizim yaşadığımız şartlara duçar olmuş, hangi milletin tarihinde vardır? Bu mazlum millet kendisinin hakkı olan yere ulaşmıştır, çektiğimiz acıların, sıkıntıların en büyük mükafatı işte budur. Bütün dünya bunu görmüştür. Daha da görecekleri vardır. Beni en çok mesut eden hadise, bu mazlum milletin hak ettiği bu yere gelmesidir. Sen benim 30 Ekim 1918 sonrası günlerdeki çektiğim azabı bilirsin. Yanımdaydın. Mondros 30 Ekim’dir. Cumhuriyet 29 Ekim. İşte bu da bir milletin, mazlum bir milletin ahıdır. Sanırım ki o zamanki devletler bunu anlamışlardır.” Atatürk bir an durdu, Fahrettin Paşa’ya baktı ve sonra elini masanın üzerine vurarak: “Deyiniz ki, bu tarihten silinmek istenilen bir milletin öcüdür…” Fahrettin Altay’ın “Ama bundan hiç bahsetmediniz” demesi üzerine, Atatürk “Övünmek olur, övünmek benimle beraber mefkureye inananların, milletin, ordunun hakkıdır” der. Fahrettin Altay’ın Atatürk’ün bu olaya bakışıyla ilgili düşüncesi şudur: “…Cumhuriyetin ilanı üç gün önce, iki gün sonra da olabilirdi. Bazı akımlar vardı, onlara karşı harekete geçmişti. Ama dikkatimden kaçmayan husus, müzakerelerin bir an evvel bitmesini istemesiydi. Adana’dan İstanbul’a verdiği şifrede yanında bulunduğum için, mütareke koşullarına olan şiddetli itirazını ve o günkü azabını çok iyi biliyordum. Diyelim ki, bu bir milletin öcüdür sözünden bir netice çıkarabiliyorum, belki iki neticeyi birden elde etmek istemişti.”

“Dâhi odur ki, ileride herkesin takdir ve kabul edeceği şeyleri ilk ortaya koyduğu vakit herkes onlara delilik der” diyen Atatürk, Cumhuriyetin tarihini seçerken bile, dünyaya ve Türk ulusuna bir deha örneği daha göstermiş oluyordu.

Atatürk'ün 29 Ekim 1923 de ilan ettiği Cumhuriyet, Genç Türk evladlarının elinde daima yükselecek, mazlum milletlere örnek olacak ve dünya durdukça var olacaktır.

Cumhuriyette Atatürk'ün de söylediği üzere, "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir." Millet, kendini yönetme yetkisini, kendilerini temsil eden milletvekilleri aracılığı ile kullanır. Cumhuriyet yönetiminde, yurttaşın seçme ve seçilme hakkı vardır. Seçilen temsilciler, yasaları tasarlar ve yöneticileri ulus adına denetler. Yapılan seçimleri kazananlar, millet tarafından  takdir edilmiş kişilerdir. Her Türk Vatandaşı bu çıkan sonuca saygı göstermelidir.
Sevgili Ziyaretçi,  bu özgürlük ortamını, bu hür ve müreffeh Türkiyeyi yani yaşadığımız bu güzel günleri, Büyük Önder Atatürk'e borçlu olduğumuzu unutmamalıyız. Unutur gibi olanlara da her fırsatta hatırlatmalıyız.

5 yorum:

  1. 29 Ekim 1923 günü Atatürk, milletvekilleri ile görüştükten sonra taslağı hazırlanan "Cumhuriyet" önergesini Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne verdi. Meclis önergeyi kabul etti.

    Böylece, Türkiye devletinin yönetim biçimi "Cumhuriyet" olarak, adı "Türkiye Cumhuriyeti Devleti" olarak belirlendi. Atatürk, kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin, ilk "Cumhurbaşkanı" oldu. Cumhuriyetin ilanı, yurtta sevinç ve coşku ile karşılandı.

    Cumhuriyette Atatürk'ün de söylediği üzere, "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir." Millet, kendini yönetme yetkisini, kendilerini temsil eden milletvekilleri aracılığı ile kullanır. Cumhuriyet yönetiminde, yurttaşın seçme ve seçilme hakkı vardır. Seçilen temsilciler, yasaları tasarlar ve yöneticileri ulus adına denetler. Yapılan seçimleri kazananlar, millet tarafından takdir edilmiş kişilerdir. Her Türk Vatandaşı bu çıkan sonuca saygı göstermelidir.

    YanıtlaSil
  2. Hasan abi cumhuriyet kurulana kadar aslında çok zor oldu...çoğu insan- erkekler- umutsuzdu ve düşmanla savaşmayı reddediyorlardı, bunun yanısıra kadın olup da düşmana savaşıp Mustafa Kemal paşaya katılanlar da vardı..yani her devirde olan şey kimisi 'amaaan düşman geldiyse geldi ne yapalım? Savaşacak halim yok' diyordu. Mollalar da padişaha karşı gelinmez, Yunanlılara karşı çıkmayın, İngilizler dostumuzdur, Mustafa Kemal ve kuvayı milliciler haindir, çapulcudur diyorlardı! Düşmanla savaşacak yazdığınız düzenli ordunun askerlerinin giyecek çorabı bile yoktu...bildiğim kadarıyla Rusya'da devrim olduğu için yeni Rus hükümeti bize büyük yardımda bulundu yoksa belki de Kurtuluş savaşını kazanamazdık, hatta o yüzden Taksim'deki Atatürk anıtı heykel grubunda iki Rus generalinin de heykeli vardır, ben de çok sonradan Can Dündar'ın belgeseli sayesinde öğrenmiştim. Türk halkı olarak bu yardıma karşı bir jest olarak yaptırılmış.

    Bugün tesadüfen Mustafa Kemal'in askerleri için çorap ören kadınlarla ilgili
    kısacık bir anı okudum sevgili arkadaşım Arzu'nun bloğunda..siz de bu kısacık anıyı okumak isterseniz diye aşağıya linkini kopyaladım

    http://arzusaryer.blogspot.com.tr/2014/08/ataturk.html

    selamlar Hasan abi

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İlk fırsatta Taksim Anıtını ziyaret edeceğim.
      Şimdiye kadar boşuna geziyormuşuz, İstanbul'da.

      Sil
    2. http://arzusaryer.blogspot.com.tr/2014/08/ataturk.html

      Yukarıda verdiğiniz adresi ziyaret ettim.
      Çılgın Türkler kitabından alıntıyla başlayan bir makaleydi.
      Ayrıca Makale sahibine de yorum yazdım.
      Afet İnan Hocamızı da bu vesileyle anmış olduk.
      Saygılarımla..

      Sil
  3. YUKARIDAKİ YAZIYA SADECE BİR YORUM YAZILDI.YAZANDAN
    BUNDAN SONRA DA
    YAZACAKLARDAN
    ALLAHU TEALA RAZI OLSUN.
    AMİN...

    YanıtlaSil